Cuma Namazı
–>Cuma Namazı Kimlere Farzdır
–>Cuma Ezanı
–>Namaza Gelme Âdâbı
–>Namaz Bitince Yapılacak İşler
–>Cuma Günü
–>Cumanın Fazileti
–>Cuma İçin Özel Elbise
–>Cuma İçin Yıkanma
–>Cuma İçin Güzel Koku Sürünme
–>Cuma Vakti
–>Cuma Ezanları
–>Hutbe
–>Hutbe Esnasında Namaz Kılınması
–>Hutbe Esnasında Susmak
–>Hutbe Duası
–>Hutbe Okunurken İmama Yakın Oturma
–>Cuma Günü Duaların Kabul Edildiği Saat
–>Hanefi Mezhebine Göre Cuma Namazı
CUMA NAMAZI
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Müminler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığında hemen Allah’ı anmaya yönelin ve alım satımı bırakın. Bilseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Namaz bitince hemen yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lutfundan isteyin. Allah’ın adını çokça anın ki umduğunuza kavuşanız.” (Cuma 62/9–10)
Cuma Namazı Kimlere Farzdır
Ayetten, Cuma’nın herkese farz olmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü alım satım belli yerlerde yapılır. Halbuki Müslümanlar her tarafa dağılmışlardır. Namaza çağrıyı işitenler geleceğine göre bu namazın her müslümana şart olmadığı kolayca anlaşılır. Tarık b. Şihab’ın, Allah’ın Elçisi’den yaptığı şöyle bir rivayetten söz edilir. “Cuma namazı, bir topluluktaki her müslümana farzdır, dördü hariç; köle, kadın, çocuk ve hasta [1].” Ancak bu sözü rivayet eden Ebû Davûd. , Tarık b. Şihab. ‘ın Resulüllah’ı gördüğünü ama ondan bir şey işitmediğini not etmiştir. O zaman bu, mürsel yani Peygamberden kimin duyduğu belli olmayan bir rivayettir. Böyle rivayetlere dayanılarak, Cuma namazı şunlara farzdır, şunlara değildir, diye hükmü belirlenemez.
Abdullah b. Ömer Allah’ın Elçisi’nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Cuma namazı, müezzini işiten herkese farzdır.”[2]
Namazlardan hiç biri için Kur’ân’da “daha hayırlıdır” ifadesi geçmez. Çünkü beş vakit namaz, her durumda kılınır ama Cuma, bazan kılınmayabilir. Abdullah b. Abbâs yağmurlu bir günde müezzinine dedi ki, ezan okurken “Eşhedü enne Muhammeden Resulullah”tan sonra “Hayye ale’s-salâh” deme. “Namazınızı evlerinizde kılın.” de. İnsanlar bu davranışı yadırgar gibi oldular. Dedi ki, “Bunu benden daha hayırlı olan biri yapmıştır.[3] Cuma bir görevdir. Size sıkıntı vermek istemedim, yoksa çamurlu ve kaygan zeminde yürüyecektiniz[4].”
Muaviye, Şam’da Zeyd b. Erkam’a “Allah’ın Elçisi zamanında iki bayramın bir güne rastladığına şahid oldun mu?” diye sordu, Zeyd “Evet” dedi. “Nasıl davrandı?” dedi. Dedi ki: “Bayramı kıldırdı, Cumayı serbest bıraktı, dedi ki, kılmak isteyen kılsın.”[5]
Ebû Hureyre Allah’ın Elçisi’nin şöyle dediğini rivayet etti: “Bugün iki bayram bir araya geldi, isteyen Cumayı kılmayabilir ama biz kılacağız[6].”
Atâ b. Ebî Rebah diyor ki, İbn’üz-Zübeyr cuma gününe rastlayan bir bayram günü bize bayram namazını kıldırdı. Sonra Cuma’ya gittik; o camiye gelmedi. Biz de tek tekkıldık[7]. İbn Abbâs Taif’te idi, gelince durumu anlattık dedi ki, “Sünnete uygun davranmış[8].”
Cuma Ezanı
“Müminler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığında hemen Allah’ı anmaya yönelin ve alım satımı bırakın…” (Cuma 62/9) buyurulduğuna göre çağrı, çarşısı ve pazarı olan bir yerde yapılmalı ki, alım satımı bırakıp namaza gitme imkânı olsun.
Medine’nin çarşısı, pazarı ve birden fazla camisi vardı. Ama Cuma namazı sadece bir yerde, Peygamberimizin camisinde kılınırdı. İbn Abbâs’ın dediğine göre Allah’ın Elçisi’nin camisinden sonra Cuma namazı ilk defa Bahreyn bölgesinde Cüvâsâ’da Abdülkays mescidinde kılınmıştır.[9]
Atâ b. Ebî Rebah dedi ki, eğer bir karye-i câmiada (yani her türlü ihtiyacı kendi içinde görülen bir yerleşim bölgesinde) olursan ve cuma günü namaz için ezan okunup çağrı yapılırsa, ezanı işitsen de işitmesen de Cumaya gitmen boynunun borcudur. Enes iki fersah (11370 m.) uzaklıkta olan Zaviye ‘deki köşkünden bazen Cumaya gider, bazen gitmezdi[10].
Ka’b b. Mâlik’in oğlu Abdurrahman dedi ki, babam cuma günü ezanı işitince Es’ad b. Zürâre’ye rahmet okurdu. Dedim ki, “Ezanı işitince Es’ad b. Zürâre ‘ye rahmet okuyorsun?” Dedi ki, “Çünkü o, Nebit düzlüğünde, Benî Beyâda[11] taşlığında Naki’ü’l-Hadmân adlı sulak yerde bize ilk defa Cuma namazı kıldırmıştır. O gün kaç kişiydiniz? Diye sordum. “Kırk” dedi[12].
Namaza Gelme Âdâbı
Ebû Hureyre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Namaz kılınacağı zaman koşarak gelmeyin, sakin sakin gelin; yetiştiğiniz rekâtları kılın, yetişemediğinizi de tamamlayın[13].”
Namaz Bitince Yapılacak İşler
Ebû Musa el-Eşarî’nin bildirdiğine göre Allah’ın Elçisi şöyle demiştir: “Cuma vakti, İmamın (minbere) oturmasıyla namazın bitmesine kadar olan vakittir[14].” Cuma namazı iki rekâttır.” Abdullah b. Ömer radiyellahü anh şöyle dedi: “Allah’ın Elçisi Cuma namazından sonra mescitten ayrılıncaya kadar namaz kılmaz, ayrılınca evinde[15] iki rekât kılardı[16].”
Ayette: “Namaz bitince hemen yeryüzüne dağılın” buyrulduğuna göre emre uymak gerekir. Abdullah b. Ömer, cuma günü, mescitten çıkmadan iki rekât namaz kılan birini gördü ve onu iterek şöyle dedi: “Cumayı dört rekât mı kılmak istiyorsun?” Abdullah b. Ömer evinde iki rekât namaz kılar ve derdi ki: “Allah’ın Elçisi böyle yapardı[17].”
Abdullah Mekke ‘de bulunur da Cumayı kılarsa ileri geçer iki rekât kılar, sonra ileri geçer dört rekât kılardı. Eğer Medine ‘de ise Cumayı kılar, sonra evine döner iki rekât kılardı. Mescitte kılmazdı. Derdi ki, “Allah’ın Elçisi böyle yapardı[18].”
Ömer Cumadan önce namazı uzatır, Cumadan sonra eve gider, iki rekât kılar ve “Allah’ın Elçisi de böyle yapardı[19].” derdi.
es-Sâib diyor ki, Muaviye ile birlikte maksure de (hünkar mahfilinde) Cuma namazını kıldık. İmam selam verince kalktım, aynı yerde namaza devam ettim. Muaviye bana birini gönderdi ve dedi ki, “Bu yaptığını bir daha yapma. Cuma namazını kıldıktan sonra dışarı çıkmadan veya biraz konuşmadan başka namaz kılma. Çünkü Allah’ın Elçisi bize böyle emretmişti. Konuşmadıkça veya dışarı çıkmadıkça bir namazın diğerine eklenmemesini isterdi[20].”
Ebû Hureyre, Allah’ın Elçisi’nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Cumadan sonra namaz kılacak olursanız dört rekât kılın[21].”
Cuma Günü
Ebû Hureyre’nin, Allah’ın Elçisi’nden şu sözleri işittiği rivayet edilmiştir: “Sonuncu ümmet olan bizler Kıyâmet gününde öncüler olacağız. Hâlbuki diğer ümmetlere daha önce kitap verilmiştir. Cuma günü de aslında onlara verilmişti ama ihtilafa düşmüşlerdi. Allah artık bu günü bize verdi, diğer ümmetler de bizim arkamıza takılmış oldular. Yahûdi lerin günü yarın (yani cumartesi), Hıristiyanlarınki de öbürüsü gün, (yani pazar günü)dür.”[22]
Ebû Hureyre ve Huzeyfe tarafından rivayet edilen bir hadiste Allah’ın Elçisi şöyle demiştir: “Allah Teâlâ sizden öncekilere cumayı kaybettirdi. Cumartesi Yahûdi lerin, pazar Hıristiyanların oldu. Allah bizi dünyaya getirdi ve cuma gününü bize gösterdi. Böylece cuma, cumartesi ve pazarı (kutsal günler) kıldı. Onlar Kıyâmet günü de bizim arkamızdan geleceklerdir. Biz dünyada yaşayanların sonuncusu, Kıyâmet gününün öncüleriyiz. Bir de bütün yaratıklardan önce hesabı tamamlanacak olanlarız[23].”
Cumanın Fazileti
Ebû Hureyre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Kim, cuma günü cünüplükten yıkanırcasına yıkanır da Cumaya giderse bir deve kurban etmiş gibi olur. İkinci saatte giden bir sığır kurban etmiş gibi olur. Üçüncü saatte giden boynuzlu bir koç kurban etmiş gibi olur. Dördüncü saatte giden bir tavuğu Allah rızası için vermiş gibi olur. Beşinci saatte giden de bir yumurtayı Allah rızası için vermiş gibi olur. İmam hutbeye çıkınca melekler hazır olur ve hutbeyi dinlerler.”[24]
Selmân-i Fârisî Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Bir kişi cuma günü yıkanır, gücünün yettiğince temizlenir, yağdanlığından yağlanır veya evinde bulunan bir güzel kokuyu sürünür ve çıkar, iki kişinin arasını ayırmaz, sonra kendine farz olan namazı kılar, imam konuşurken de susarsa diğer cumadan o cumaya kadar olan günahları bağışlanır.”[25]
Ebû Hureyre, Allah’ın Elçisi’nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Kim yıkanır, Cuma namazına gelir, belirli miktardaki (nafile) namazı kılar, hutbe bitinceye kadar susar, sonra imamla birlikte Cuma namazını kılarsa o cuma ile ondan önceki cuma arasındaki günahları bağışlandığı gibi üç gün de ilave edilir.”[26]
Cuma İçin Özel Elbise
Muhammed b. Yahya Allah’ın Elçisi’nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Eğer bulabilirseniz iş elbiselerinizden ayrı cuma için bir takım elbise edinebilirsiniz.”[27]
Cuma İçin Yıkanma
Semüre b. Cündüb Allah’ın Elçisi’nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Cuma günü abdest alan iyi yapar, ama yıkanırsa daha iyi olur.”[28]
Abdullah b. Ömer, Allah’ın Elçisi’nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Sizden biri Cuma’ya geleceği vakit yıkansın.”[29]
“Hattab oğlu Ömer, cuma günü hutbede ayaktayken Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin ashabının ilk muhacirlerinden bir zat içeri girdi[30]. Ömer ona şöyle seslendi: “Bu hangi saattir böyle?” O zat dedi ki,
— İşlerim vardı, ezan sesini duyuncaya kadar evime dönemedim. Sadece abdest alabildim.
Ömer dedi ki, “Gene mi abdest? İyi biliyorsun ki, Allah’ın Elçisi yıkanmayı emrederdi[31].”
Ebû Hureyre, Allah’ın Elçisi’nin şöyle dediğini rivayet ediyor: “Haftada bir kere, başını ve vücudunu yıkamak her müslümanın görevidir.”[32]
Cuma İçin Güzel Koku Sürünme
Ebû Saîd el-Hûdrî, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin şu sözüne şahid olduğunu söyledi: “Cuma günü yıkanmak erginlik çağına girmiş herkesin görevidir. Dişlerini temizlemek ve koku sürünmek de öyle.”[33]
Cuma Vakti
Enes b. Malik, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin Cuma namazını güneşin meyli[34] sırasında kıldırdığını söylemiştir[35].
Enes b. Malik şöyle dedi: “Cumaları erken davranır, kayluleyi[36] Cumadan sonra yapardık[37].” Enes b. Malik dedi ki: Allah’ın Elçisi soğuk havalarda namazı yani Cumayı erken kıldırır, sıcak havalarda da hararetin düşmesini beklerdi[38].”
Seleme b. el-Ekva’ şöyle dedi: “Allah’ın Elçisi ile beraber Cuma namazını güneş batıya kaydığı zaman kılar sonra geri döner gölge arardık[39].”
Seleme b. el-Ekva ‘ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Allah’ın Elçisi ile birlikte Cuma namazını kılar, döner duvar diplerinde gölgeleneceğimiz bir gölge bulamazdık[40].”
Cuma Ezanları
es-Sâib b. Yezid şöyle dedi: “Cuma günü, imam oturduğu zaman ezan okunurdu”[41].
es-Sâib b. Yezid demiştir ki; “Peygamberimiz, Ebû Bekr ve Ömer zamanında ilk ezan, imam minbere oturduğu zaman okunurdu. Osman zamanında insanlar çoğalınca ez-Zevrâ üzerinde okunan üçüncü ezanı ilave etti[42].”
İlave edilen bu ezan, öğle vaktinin girmesiyle okunan birinci ezandır. İkincisi imam minbere çıktıktan sonra okunur Cumanın farzından önce okunan ikamete de ezan dendiği için yapılan ilave üçüncü ezan olmaktadır[43].
ez-Zevrâ Medine çarşısında bir yer idi. İbn Battal bunun, Mescidin kapısında büyük bir taş olduğunu söylemekte, İbn Mâce ve İbn Huzeyme bu konuda şu açıklamayı yapmaktadır: “Üçüncü ezanı, çarşıda, ez-Zevrâ denilen bir binanın damında okutmaya başladı. [44]”
Ebû Umâme b. Sehl b. Huneyf şöyle anlatıyor: “Muaviye minberde otururken müezzin ezan okuduğunda “Allahu ekber Allahu ekber” deyince Muaviye de Allahu ekberAllahu ekber” dedi. Müezzin “Eşhedü en lâilâhe illallah” deyince Muaviye “Ben de” dedi. Müezzin “Eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûluhû” deyince Muaviye, “Ben de” dedi. Müezzin ezanı tamamlayınca dedi ki, “Ey insanlar ben Allah’ın Elçisi’nin bu yer üzerinde, müezzin ezan okurken benden işittiğiniz sözleri söylediğini işitmiştim[45].”
Hutbe
Ammar b. Yasir dedi ki, “Allah’ın Elçisi bize hutbeleri kısa okumayı emretmişti[46].”
Cabir b. Semüre şöyle dedi: “Allah’ın Elçisi cuma günü hutbesini uzatmazdı, söylediklerinin toplamı bir kaç kelimeden ibaretti[47].”
Cabir b. Semüre şöyle dedi: “Allah’ın Elçisi ile beraber çok namaz kıldım. Namazı da orta halli, hutbesi de orta halli idi[48]. Kur’ân’dan ayetler okur, insanlara görevlerini hatırlatırdı[49].”
Ebû Vail diyor ki, Ammar bize hitabetti, kısa ve güzel konuştu. Aşağı inince dedik ki, “Ebû’l-Yakzân, güzel ve özlü bir hutbe okudun, biraz daha nefes sarf etseydin ya? Dedi ki, “Ben Allah’ın Elçisi’nin şöyle dediğini işittim: “Kişinin namazının uzun, hutbesinin kısa olması dini anladığını gösterir; namazınızı uzatın, hutbeyi kısa tutun. Çünkü bazı konuşmalar büyüleyicidir[50].”
Abdullah b. Ömer şöyle dedi: “Allah’ın Elçisi iki hutbe okurdu. Minbere çıktığında (ezan bitinceye kadar) otururdu. Müezzin ezan okurken onu görür gibiyim. Sonra kalkar hitap eder sonra oturur, bir şey konuşmaz, sonra kalkar hutbe okurdu[51].”
Abdullah b. Ömer şöyle dedi: “Allah’ın Elçisi cuma günü hutbeyi ayakta okur, sonra oturur, tekrar ayağa kalkardı. Tıpkı şimdi yaptığınız gibi[52].”
Cabir b. Semüre dedi ki, “Allah’ın Elçisi iki hutbe okur ve arada otururdu. Kur’ân okur, insanlara görevlerini hatırlatırdı[53].”
Hutbe Esnasında Namaz Kılınması
Câbir b. Abdullah dedi ki, “Allah’ın Elçisi cuma günü hutbe okurken bir adam geldi. Ona; “Namaz kıldın mı?” dedi. O da “Hayır” dedi. Dedi ki, “Kalk iki rekât kıl[54].”
Câbir b. Abdullah’ın Allah’ın Elçisi’nden yaptığı bir başka rivayet de şöyledir: “Sizden biri, cuma günü imam (hutbeye) çıkmışken gelirse iki rekât namaz kılsın[55].”
Câbir b. Abdullah şöyle dedi: “Cuma günü Allah’ın Elçisi hutbe okurken Gatafan kabilesinden Süleyk çıkageldi ve hemen oturdu. Allah’ın Elçisi şöyle dedi: “Süleyk! Kalk, iki rekât namaz kıl. Caiz olacak kadar (kısa) olsun.” Sonra şöyle devam etti: “Sizden biri cuma günü imam hutbe okurken içeri girerse iki rekât namaz kılsın ve onu caiz olacak kadar (kısa) kılsın.” [56]
Hutbe Esnasında Susmak
Ebû Hureyre, Peygamberimizin şöyle dediğini haber vermiştir: “Cuma günü imam hutbe okurken arkadaşına “sus” dersen lağvde[57] bulunmuş olursun[58].”
Ebû Hureyre Allah’ın Elçisi’nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Kim güzelce abdest alır, Cumaya gider, dinler ve susarsa o cumadan bir önceki cumaya kadar olan günahları bağışlanır ve buna üç gün de ilave edilir. Kim bir taşa dokunursa lağvde bulunmuş olur[59].”
Ali radiyellahü anhın Kufe ‘de minberden şöyle hitap ettiği rivayet edilir. “Cuma günü olduğunda şeytanlar bayraklarıyla birlikte çarşı pazarı dolaşır insanları Cumaya gitmekten alıkoyacak bir kısım bahaneler ortaya çıkarır. Melekler de erken çıkar, mescidin kapısında oturur, imam minbere çıkıncaya kadar birinci saatte ve ikinci saatte gelenleri kaydederler. Kişi imamı görüp işiteceği bir yere oturur, sesini çıkarmaz ve lağivde bulunmazsa iki sevap kazanır. İmamı görüp işiteceği bir yere yerleşir de lağivyapar, susmazsa bir günah kazanır. Cuma günü arkadaşına “sus” diyen lağivde bulunmuş olur. Lağivde bulunanın bu Cumadan alacağı kalmaz.” Ali sözünü şöyle bitirdi: “Allah’ın Elçisi’nin böyle söylediğini işitmiştim[60].”
Hutbe Duası
İbn Mes’ud, Allah’ın Elçisi’nin hutbe okurken söze şöyle başladığını rivayet etmektedir:
“اَلْحَمْدُ للهِ نَسْتَعِينُهُ وَنَسْتَغْفِرُهُ، ونَعُوذُ بِاللهِ مِنْ شُرُورِ أَنْفُسِنَا، مَنْ يَهْدِهِ اللهُ فَلاَ مُضِلَّ لَهُ، وَمَنْ يُضْلِلْ فَلاَ هَادِيَ لَهُ وَأَشْهَدُ أَنْ لاَّ إِلَهَ إِلاَّ اللهُ، وَأَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ أَرْسَلَهُ بِالْحَقِّ بَشِيرًا وَنَذِيرًا بَيْنَ يَدَيِ السَّاعَةِ، مَنْ يُطِعِ اللهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ رَشَدَ، ومَنْ يَعْصِهِمَا فَإِِنَّهُ لاَ يَضُرُّ إِلاَّ نَفْسَهُ، وَلاَ يَضُرُّ اللهَ شَيْئًا”.
“Allah’a hamdolsun, ondan yardım ister, bağışlanma talep eder, nefislerimizin şerrinden ona sığınırız. Allah kime hidayet verirse onu saptıracak yoktur. Kimi de sapık sayarsa onu doğru yolda sayacak yoktur. Allah’tan başka ilah olmadığına şahitlik ederim. Muhammed’in Allah’ın kulu ve resulü olduğuna da şahitlik ederim. Onu, müjdeleyici ve uyarıcı olarak Kıyâmetin önü sıra göndermiştir. Kim Allah’a ve Resulüne boyun eğerse olgunlaşmıştır. İsyan eden de sadece kendine zarar verir. Onun Allah’a bir zararı dokunmaz[61].”
İbn Şihâb yukarıdaki duaya şunu eklemektedir: “Rabbimiz olan Allah’tan bizi kendisine ve Peygamberine boyun eğen, rızasının peşinde olan ve onu üzecek şeylerden sakınanlardan eylemesini niyaz ederiz. Varlık sebebimiz Allah’tır ve biz onunuz[62].”
Hutbe Okunurken İmama Yakın Oturma
Semüre b. Cündüb, Allah’ın Elçisi salallahü aleyhi ve sellemin şöyle dediğini rivayet etmektedir: “Hutbede hazır bulunun ve imama yaklaşın. Çünkü devamlı uzak duran, Cennete girse bile gerilerde kalır[63].”
Cuma Günü Duaların Kabul Edildiği Saat
Câbir b. Abdullah Allah’ın Elçisi’nin şöyle dediğini rivayet ediyor: “Cuma günü on iki(saat)tir. Bir müslüman o saatte Allah’tan bir şey isterse muhakkak verir. Onu İkindinin son saatinde arayın[64].”
Enes b. Malik, Allah’ın Elçisi’nin şöyle dediğini rivayet ediyor: “Cuma günü umut saatini İkindiden sonra güneş batıncaya kadar arayın[65].”
Ebû Hureyre radiyellahü anh, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin cuma gününden bahsederek şöyle dediğini haber veriyor: “Cuma gününde bir zaman vardır ki, o saatte bir müslüman namaz kılarken Allah’tan bir şey isterse muhakkak verir.” Peygamber eliyle bu zamanın kısa olduğunu işaret etmiştir[66].”
Hanefi Mezhebine Göre Cuma Namazı
Hanefi mezhebinde Cumayı kılmanın farz olması için bazı şartlar aranır. Bunlardan biri, Cumayı kıldıran imamın sultan veya onun görevlendireceği bir kişi olmasıdır. Bu görüşün sebebini bilmeyenler, Sultanı devlet başkanı olarak anlamışlar ve Hanefî mezhebine göre Cumayı, müslüman devlet başkanının veya onun görevlendireceği bir kişinin kıldırması gerektiğini zannetmişlerdir. Buna, bazı hayali gerekçeler ekleyenler, Hanefî mezhebinin Cuma namazı için belirlediği şartların Türkiye ‘de oluşmadığını öne sürmüşlerdir. Bu iddia şöyle özetlenebilir: “Türkiye laik tir. Burada devlet başkanının Cuma kıldırması söz konusu olamaz. Cuma İslâmî egemenliğin simgesidir. Laik yönetim İslam’ın egemen olmasını kabul etmez. Bu sebeple böyle bir yönetimin görevlendireceği imamların arkasında Cuma namazı kılınmaz.”
Çoğunluğu genç olan bir çok müslüman bu görüşün etkisine girmiş, Cuma namazı kılmamaya başlamış ve bunu İslam’ın egemen olması uğruna yapılan bir cihad olarak değerlendirmiştir.
Hanefî mezhebi böyle bir tavrı asla kabul etmez. Bu gerekçelerle ortaya çıkanlar, Cuma namazına engel oldukları için ağır bir vebal altındadırlar.
Cuma ile ilgili Hanefîlerin delil aldıkları hadis şudur:
Câbir b. Abdullah Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin bir gün şöyle bir konuşma yaptığını naklediyor: “Ey insanlar! Ölmeden önce tevbe edip Allah’a yönelin. Meşguliyetler bastırmadan iyi işler yapmak için elinizi çabuk tutun. Sık sık hatırlayarak, gizli ve açık, bol bol sadaka vererek Rabbınızla bağ kurun ki rızkınız bol olsun, yardım göresiniz ve açıklarınız kapatılsın.
Şunu iyi bilin ki, Allah Teâlâ şu bulunduğum yerde, bu günümde, bu ayımda, bu yılımdan Kıyâmet gününe kadar devam edecek bir farz olarak size Cuma namazını farz kılmıştır. Ben hayatta iken ya da benden sonra kim, âdil veya zâlim bir başkanı varken, önemsemeyerek veya farzlığını kabul etmeyerek Cumayı kılmazsa, Allah onun iki yakasını bir araya getirmesin. Allah onun işini bereketlendirmesin. Bakın! Böyle birinin ne kıldığı namaz, ne verdiği zekat, ne gittiği hac, ne tuttuğu oruç ne de yaptığı iyilik kabul edilir. Tevbe ederse o başka. Tevbe edenin tevbesini Allah kabul eder[67].”
Aşağıda görüleceği gibi bu hadis, Hanefîlerden Şemseddin es-Serahsî (ö.483 h.) Alaüddin el-Kasânî (ö.587 h.) ve Kemalettin b. Hümam (ö. 593 h.) tarafından Cuma namazının Sultan veya onun görevlendireceği biri tarafından kıldırılmasının delili sayılmıştır.
Ancak hadisi rivayet edenlerden Abdullah b. Muhammed el-Adevî ile Ali b. Zeyd b. Ced’ân zayıf kişiler olduğundan hadis, senet yönünden zayıf görülmüş[68] ve bazı Hanefî fıkıh kitapları tarafından sultan konusu için delili sayılmamıştır. el-Hidâye, bu kitaplardandır.
Alaüddin el-Kâsânî’ye göre “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin, dört görevin valilere (yöneticilere) ait olduğunu söylediği ve cumayı bunlar arasında saydığı, rivayet edilmiştir.” Ancak Kemâlüddin b. Hümâm, bu sözün tabiînden Hasan-ı Basrî ‘ye ait olduğunu belirtmiştir.[69] İmam Serahsî bu sözü hadis değil, eser olarak zikretmiştir.Sahabinin veya selefin sözlerine eser dendiği için[70] Mebsut’un ifadesi İbn-i Hümâm ‘ı destekler. Biz de hadis kitaplarında böyle bir hadise rastlayamadık.
Hanefîlerin dayandıkları esas delil maslahattır. Maslahat, bir işin iyi ve hayırlı olmasına sebep olan şeydir. Karşıtı mefsedettir. İslam, koyduğu hükümlerinde maslahatları hep dikkate almıştır. Bu sebeple İslamın her hükmü hikmete uygun, yani daha iyisi olamayacak şekilde yerli yerindedir.
Maslahata kamu yararı denebilir. Cuma namazını Sultanın veya Sultan tarafından görevlendirilecek bir kişinin kıldırmasında kamunun yani müslümanların yararı vardır. Şöyle ki, Cuma namazı, bir yerleşim bölgesinde, erginlik çağına girmiş bütün müslüman erkeklerin bir araya gelerek kıldıkları namazdır. Bu namazı kıldıracak kişi önceden belli olmazsa aşağıda daha açık olarak belirtileceği gibi insanlar bu hususta anlaşmazlıklara ve ölümle sonuçlanabilecek çatışmalara girebilirler. Okunacak hutbe, insanları fitne ve fesada düşürebilir. Ayrıca yetkili makamlar tarafından önlem alınmaması halinde iç ve dış düşmanların namaz sırasında baskın yapıp müslüman erkekleri katletmeleri mümkün olabilir. Ama Cuma namazı yetkili makamların denetimi altında kılındığı taktirde bu problemler olmaz. Bu sebeple Cuma namazında sultanın bulunmasını şart koşmak maslahata yani kamu yararına uygundur.
Böyle bir maslahata uyulmasının zararı da yoktur. Çünkü Cuma imamı, imamlık için gerekli asgari şartları taşıyorsa onun işgal ettiği veya tayin edildiği makamın kusurları namaza mani olmaz. Sultan veya onun yerine geçecek bir kişi yoksa müslümanların kendi aralarında belirleyecekleri bir imamın arkasında namaz kılmaları mümkündür. Bu sebeple sultan şartı Cumanın terk edilmesine yol açmaz.
Cuma namazını hayatı boyunca Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kıldırmıştır. O, hem peygamber hem de devlet başkanı idi. Ondan sonra da merkezde halifeler, taşrada oranın en yetkili yöneticileri kıldırmıştır. Dolayısıyla sultan şartı, öteden beri var olan uygulamanın tespiti mahiyetindedir.
Bu şartları ihtiva eden bir maslahat, Hanefî mezhebine göre şer’î delillerden sayılır ve ona dayanılarak hükümler konabilir.[71] Cuma namazı ile ilgili sultan şartı bu şekilde konmuştur.
Aşağıdaki açıklamalardan anlaşılacağı gibi sultan, cuma namazı kılınan yerin en yetkili amiri demektir. İlçenin sultanı kaymakam, ilin sultanı vali, ülkenin sultanı devlet başkanıdır. Eğer yetkili kişinin olmaması yahut anarşi ve terör sebebiyle yetkili amirin yetkisini kullanamaması söz konusu ise o zaman müslümanlar kendi aralarından birini imam seçerek cuma namazını kılarlar. Şimdi Hanefîlerin temel kaynaklarında konunun nasıl ele alındığına bakalım:
1. el-Mebsût
Şemsüddin es-Serahsî ‘nin (ö.483 h.) el-Mebsût adlı eseri, Hanefî mezhebini sonraki nesillere aktaran İmam Muhammed ‘in altı kitabının[72] şerhidir. Bu altı kitaptaki görüşlere zahirü’r-rivaye denir. Bu görüşler güvenilir yollarla bize ulaşmış kabul edilir. el-Mebsut’un konu ile ilgili ifadeleri şöyledir:
“Bize göre sultan Cumanın şartlarındandır. Allah ondan razı olsun, İmam Şafiî bu görüşte değildir. O, Cuma namazını diğer farz namazlara kıyaslayarak sultan ile halkı bu konuda aynı kabul etmiştir. Bizim delilimiz Cabir radiyellahü anhın rivayet ettiği, ” … zalim veya adil bir imamı (başkanı) olduğu halde Cumayı terk eden…” ifadelerini taşıyan hadisidir. Bu hadiste Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Cumayı terk edenin cezayı hak etmesi için imamının yani başkanının olmasını şart koşmuştur.
Eserde (yani sahabeden birine ait bir sözde) “Dört görevin yöneticilere ait olduğu, Cumanın bunlardan biri bulunduğu” belirtilmiştir. Bir de insanlar Cumayı kılabilmek için küçük cemaatleri bırakarak bir yere toplanırlar. Sultan şartı olmasa fitne çıkar. Çünkü bazı kimseler önceden camiye gelip kendilerince geçerli bir maksatla Cumayı kılabilirler. Bu durumda arkadan gelen cemaat Cumayı kaçırmış olur. Burada açık bir fitne vardır. Bu sebeple Cuma namazı, insanların işleri ve onların arasında adaletli davranma ile görevli imama (başkana) bırakılmıştır. Bu, fitnenin yatışması için daha uygun olur[73].”
2. el-Bedai’
Alaüddin el-Kâsânî ‘nin (öl.. 587 h.) el-Bedaiu’s-sanai’ fî tertîbi’ş-şerai’ adlı eseri Hanefî mezhebinin güvenilir kaynaklarındandır. el-Bedâî’nin konu ile ilgili ifadeleri şöyledir:
“Bize göre sultan, Cumanın edasının şartıdır. Öyle ki, sultan veya naibi (görevlisi) bulunmazsa Cumayı kılmak caiz olmaz. İmam Şafiî sultanın şart olmadığını söylemiştir. Ona göre Cuma farz bir namazdır, diğer namazlarda olduğu gibi bunun kılınması için de sultanın varlığı şart değildir. Bizim delillerimiz şunlardır: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ” … âdil veya zâlim bir imamı (başkanı) varken…” ifadelerini taşıyan hadisinde, Cumayı kılmayanın cezayı hak etmesi için imamın (yani yöneticinin) bulunmasını şart koşmuştur. Ayrıca Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin “Dört görevin valilere (yöneticilere) ait olduğunu söylediği ve Cumayı bunlar arasında saydığı ” rivayet edilmiştir.
Bir de Cuma namazının edası için sultan şartı olmasaydı fitne çıkardı. Çünkü Cuma, büyük kalabalıklarla kılınan bir namazdır. Şehrin bütün halkının önüne geçip namaz kıldırmak bir şeref, itibar ve saygınlık kabul edilir. Saygınlık kazanma ve başkan olma hevesinde olanlar Cumayı kıldırmak için birbirleriyle yarışa girerlerdi, bundan dolayı aralarında çekişme ve anlaşmazlıklar çıkardı. Bu da ölümle sonuçlanacak çatışmalara yol açardı. Onun için bu görev valiye bırakılmıştır ki, Cumayı ya kendi kıldırsın ya da bu iş için yetkili gördüğü bir kimseyi tayin etsin. Bu durumda ya valinin emrine uymayı vacip gördüklerinden veya cezalandırılma korkusundan dolayı bazı kimseler imam olmak için niza’ çıkarmaktan kaçınırlar.
Görev sultana bırakılmazsa camiye gelen her grup, namazı ayrı ayrı kılarak Cumadan beklenen faydanın kaybolmasına yol açabilir. Çünkü Cuma namazı, tam bir fazilet elde etmek için insanların bir araya gelerek kıldıkları namazdır. Ya da namaz sadece bir kere kılınır, bu sefer de önceden kılanlar kılmış, arkadan gelenler Cumayı kaçırmış olurlar. Bu sebeplerle Cumayı kıldırma görevinin sultana bırakılması yerindedir. Sultan, bütün cemaatin gelmesinden sonra uygun bir vakitte Cumayı ya bizzat kıldırır ya da görevlendireceği bir kişiye kıldırtır.
Sultan yoksa
Anarşi veya ölüm gibi bir sebeple imamın (en yetkili kişinin) bulunmaması veya yeni valinin henüz göreve başlamamış olması halinde, İmam Kerhî, halkın kendilerine namaz kıldıracak bir kişinin imamlığı üzerinde anlaşmalarında sakınca görmemiştir. el-Uyûn adlı kitapta İmam Muhammed ‘in de bu görüşte olduğu kaydedilmiştir. Çünkü Osman’ın etrafı anarşistler tarafından sarılınca halk Ali’ye gitti, o da onlara Cumayı kıldırdı.
el-Uyûn’da Ebû Hanîfe ‘den şöyle bir görüş de rivayet edilmiştir: Bir şehrin valisi ölse, ölüm haberi Cumaya kadar halifeye ulaşmasa, Cuma namazını, ölenin vekili veya Emniyet Müdürü yahut kadı kıldırsa namaz sahih olur. Fakat bu durumda halk bir başkasını imamlığa geçirirse olmaz. Çünkü bu görevliler vali hayatta iken onun yerine namaz kıldırma yetkisine sahip kimselerdir. Ölümünden sonra halife, valilik görevini bir başkasına verinceye kadar yetkileri devam eder.
Nevâdiru’s-salât adlı kitapta şu bilgiler vardır: “Önceki sultan hutbe okurken yeni tayin edilen sultan çıkagelse de hutbenin tamamlanmasını istese, bu hutbeden sonra yeni sultanın cumayı kıldırması caiz olur. Çünkü eski sultan hutbeyi onun müsaadesiyle okumuş ve onun naibi (görevlendirdiği kimse) durumuna gelmiş olur. Yeni gelen sultan, öncekinin hutbeyi tamamlamasını istemeden sessizce bekledikten sonra geçip Cumayı kıldırmak istese caiz olmaz. O, sadece öğle namazını kıldırabilir. Çünkü sessiz kalması hutbenin tamamlanmasını istediği anlamına gelebileceği gibi buna razı olmadığı anlamına da gelebilir. Böyle ihtimalli durumlarda hutbe geçerli olmaz.
Yeni atanan sultan geldiğinde birincisi hutbeyi tamamlamışsa namazı kıldırması caiz olmaz. Çünkü okunan, görevden alınmış imamın (sultanın) hutbesidir. İkincisi de kendi hutbesini okumamıştır. Hutbe Cuma namazının şartıdır. Bütün bunlar birinci sultanın ikinciden haberdar olması halinde geçerlidir. Eğer birinci ikincinin geldiğini bilmez de hutbeyi okuyup namazı kıldırır ve yeni gelen de sesini çıkarmazsa namaz geçerli olur. Çünkü birinci, ikincinin geldiğini öğrenmeden görevden alınmış olmaz. Ama görevden alındığına dair bir yazının veya habercinin gelmesiyle de birincinin görevi sona erer.
Bir köle, sultan (yönetici) olsa, kendisi veya görevlendireceği bir kişi Cumayı kıldıracak olsa namaz geçerli olur. Yolculuk halinde (seferî) olan sultan da aynıdır. Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’yi fethettiği sene, yolcu durumunda olmasına rağmen orada Cumayı kıldırmıştır. Hatta bir gün öğlen namazını iki rekat olarak kıldırdıktan sonra Mekkelilere şöyle seslenmişti: “Mekkeliler! Siz namazını tamamlayınız, biz seferiyiz.” Köle konusunda da Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin şu sözüne dayanırız: “Başınıza burnu kesik Habeşli bir köle, sultan (yönetici) olarak tayin edilse ona boyun eğiniz. ” Eğer böyle bir kimsenin imam olması caiz olmasaydı ona boyun eğmek farz kılınmazdı.
Kadının veya erginlik çağına girmemiş akıllı bir çocuğun Cuma namazını kıldırmaları caiz değildir. Bunlar diğer namazlarda da imamlık yapamadıklarına göre Cuma imamlığını öncelikle yapamazlar. Kadın, sultan (yönetici) olsa da uygun bir kişiyi imam olarak görevlendirse ve bu kişi Cumayı kıldırsa sahih olur. Çünkü kadının sultan veya kadı olması genelde sahihtir[74].”
3. el-Hidâye
Bürhanüddin Ali b. Ebîbekr el-Merğinânî’nin (ö. 593 h.) el-Hidaye adlı kitabının konuyla ilgili ifadeleri aşağıya alınmıştır. Bu kitap da mezhebin güvenilir kaynaklarındandır.
“Cuma namazını sultan veya onun görevlendireceği kişiden başkası kıldıramaz. Çünkü bu namaz büyük bir cemaatle kılınır. Böyle bir cemaatin önüne kimin geçeceği, kimin Cumayı kıldıracağı hususunda ya da başka hususlarda anlaşmazlık çıkabilir. Dolayısıyla Cuma namazının tam olarak kılınabilmesi için bu şartın yerine getirilmesi kaçınılmazdır[75].”
Dikkat edilirse sultanın şart koşulmasının gerekçesi olarak bir ayet veya hadisten bahsedilmemekte sadece anlaşmazlık çıkmasına mani olmaktan yani maslahattan söz edilmektedir. Eskiden camilerde görevli imamlar yoktu, namazı cemaatten biri kıldırırdı. Bu sebeple Hanefî mezhebinin görüşünü anlayabilmek için görevli imamların olmadığı bir ortamı düşünmek gerekir.
4. Fethü’l-Kadîr
Kemalüddin b. Hümâm (ö. 681 h.) şöyle der:
“Bir şehrin valisi öldüğü zaman ikinci vali göreve başlayıncaya kadar birincinin görevlendirdiği kişi veya emniyet müdürü yahut kadı namazı kıldırır.
Bir kimse şehrin idaresine zorla el koyup hakimiyeti ele geçirerek tam bir vali gibi davranırsa onun bulunmasıyla Cuma kılınabilir. Çünkü böylece sultanlığı gerçekleşmiş ve şart yerine gelmiş olur. “[76]
5. İbn Abidîn
İbn-i Abidin diye şöhret bulmuş olan Muhammed Emîn b. Ömer ( ll98-l252 h.) l9. asırda yaşamış Osmanlı alimlerindendir. Asıl adı “Reddü’l-muhtar ale’d-dürri’l-muhtar” olan eserinde şöyle der:
“et-Tatarhâniye adlı fetva kitabında, “Cuma namazını kıldıracak imamı görevlendiren sultanın müslüman olması şart değildir. ” şeklinde bir fetva yer almaktadır. “Kafir valilerin yönetimi altında olan beldelerde müslümanların Cuma ve bayram namazlarını kılmaları caizdir.”[77]
Sultanın şart koşulmasının sebebi bir fitne çıkmadan Cumanın huzur içinde kılınması olduğuna göre Cuma imamını tayin eden makamın müslüman olmasının şart koşulmaması normaldir. Çünkü böyle bir sultanın tayin ettiği imamın görevine de kimse mani olamaz. Böylece Cuma namazı huzur içinde kılınır.
Sultan kelimesinin anlamı:
Sultan, bir yerin en yetkili amiri anlamındadır. İlçenin sultanı kaymakam, ilin sultanı vali, ülkenin sultanı devlet başkanıdır. Devlet başkanları bulundukları şehrin sultanı olduklarından başkentte Cuma namazını kıldırma yetkisi onlarındır.
Ömer Nasuhi BİLMEN sultanla ilgili olarak şu ifadeleri kullanır: “Cuma namazını ya en büyük veliyyülemr veya onun izniyle diğer bir zat kıldırmalıdır[78]. ”
Veliyyülemr, yetkili kişi demektir. En büyük veliyyülemr de en yetkili kişi anlamına gelir. Bu, namaz kılınan yer itibariyledir.
6. İmamın Durumu
Cuma namazı salih bir imamın arkasında kılınabileceği gibi günahkar imamın arkasında da kılınabilir. Bir zat Muhammed b. en-Nadr ‘a gelerek dedi ki, “Benim komşularım var, kendi arzularına uyarak Cuma namazına gelmiyorlar?
en-Nadr dedi ki , ” Baksana, Ebû Bekr ve Ömer ‘e karşı gelen kişi hakkında ne dersin ?”
– Kötü adam.
– Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme karşı gelirse ?
– Kafir sayılır.
– Ya yüce Allah’a karşı gelirse ne olur ?
Bir süre kendinden geçti, aklı başına gelince şöyle devam etti :
“Kendinden başka ilah olmayan Allah aşkına siz de ona karşı durun. Çünkü Allah Teâlâ şöyle demiştir : “Müminler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığında hemen Allah’ı anmaya yönelin.” Allah Teâlâ Abbâsîlerin yönetimi ele geçireceklerini biliyordu. Cuma namazı İslam’ın açık simgelerindendir. Onu yöneticiler kıldırır, başkaları değil. Bu namazı onların arkalarında kılmamak namazın tamamen kılınmamasına sebep olur[79].”
Dipnot ve Kaynaklar
[1] Ebû Davûd, Cuma 1067.
[2] Ebû Davûd, Cuma 1056. Bunu Peygambere isnad eden sadece rivayet zincirinde adı geçen Kubeyse’dir. Ebû Davûd’un bu hadise düştüğü nota göre bir topluluk bu sözün Abdullah b. Ömer’e ait olduğunu rivayet etmiştir.
[3] “Benden daha hayırlı olan biri “ifadesiyle Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemi kasdetmiştir. (Bedruddin el-Aynî, Umdet’ül-kârî şerhu sahihi’l-Buhari, Mısır 1972, c. V, s. 280)
[4] Buharî, Cuma 14.
[5] Ebû Davûd Cuma 1070. Hadisi Neseî Îyd l592’de, İbn Mâce Salat 1310’da tahric etmiştir.
[6] Ebû Davud Cuma 1073, İbn Mace Salat l311. Ebû Davud’u şerhedenlerden Hattâbî’ye göre “Bu hadisin isnadında şüpheler (mekal) vardır. Eğer hadis sahih ise anlamının şöyle olması daha uygundur: “İsteyen Cumaya gelmeyebilir ama öğle namazından sorumluluğu devam eder. Bana göre İbnü’z-Zübeyr’in yaptığı caiz değildir. Ama Cuma namazının zevalden önce kılınabileceği görüşüne hamledilirse başka. Böyle bir görüş İbn Mes’ud’dan rivayet edilmiştir. Ama İbn Abbas’tan rivayet edildiğine göre İbnü’z-Zübeyr’in davranışı kendisine iletildiğinde bunun sünnete uygun olduğunu ifade etmiştir.
Ata şöyle dedi: Her bayram kuşlukta (kılınır), Cuma, Kurban ve Ramazan. İbn İshak’ın İbn Mansur’dan, onun da Ahmed b. Hanbel’den naklettiğine göre Ahmed b. Hanbel’e “Cuma zevalden önce midir, yoksa sonra mı?” diye soruldu, o da zevalden önce kılarsan ayıplamam.“ dedi. İshak da öyle demiştir. Buna göre İbnü’z-Zübeyr bayram namazı vaktinde kıldığı iki rekât ile Cumaya niyet etmiş, bayram namazını da ona tabi kabul etmiş olabilir. (el-Hattâbî, Hamd b. İbrahim, Kitâbü meâlimi’s-sünen, İstanbul 1981, Ebu Davud’un şerhi olup onun hamişinde yer alır. c. I, s. 647-648)
[7] Cuma namazı cemaatle kılındığı için öğle namazını kıldıkları anlaşılmaktadır.
[8] Ebû Davûd Cuma 1071.
[9] Buharî, Cuma 11. Cüvâsâ, Bahreyne bağlı köylerdendir. İbnü’t-Tîn, Şeyh Ebu’l-Hasen’den, oranın bir şehir olduğunu rivayet etmiştir. el-Cevherî’nin es-Sıhâh adlı eserinde ve ez-Zemahşerî’nin el-Büldân adlı eserinde burasının Bahreyn’de bir kale olduğu yazılıdır. Ebû Abîd, burasının Bahreyn’de Abdülkays kabilesine ait bir şehir olduğunu söylemiştir. (el-Aynî, Umdet’ül-kârî, c. V, s. 270)
[10] Buhârî, Cuma 15. Zaviye Basra’nın dış mahallelerinden bir yerin adıdır. Basra’ya uzaklığı iki fersahtır. Bir Fersah üç mil, bir mil dörtbin adımdır.(el-Aynî, Umdet’ül-Kârî, c. V, s. 281-282) Bugünkü uzunluk ölçülerine göre bir fersah 7500 mimari arşınıdır. Bir mimari arşını 0.758 m. dir. (Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiyye Kamusu , İstanbul 1969, c. IV, c. 127-128) Buna göre bir fersah 5685 m. eder.
[11] Burası Medine’ye bir mil uzaklıkta bir yerleşim yeridir. (Hattâbî, Kitâbü Meâlimi’s-Sünen, c. I, s. 645).
[12] Ebû Davûd, Cuma 1069.
[13] Buhârî, Cuma l8.
[14] Müslim Cuma 16; Ebû Davûd, Cuma 1048.
[15] “Evinde” ifadesi Müslim’de geçmektedir.
[16] Buhârî Cuma 39, Müslim Cuma 71.
[17] Ebû Davûd Cuma 1127.
[18] Ebû Davûd Cuma 1130.
[19] Ebû Davûd Cuma 1128.
[20] Müslim Cuma 73, Ebû Davûd Cuma 1128.
[21] Müslim Cuma 67-68; Ebû Davûd Cuma 1131; Tirmizi Cuma 523.
[22] Buhârî, Cuma 1; Müslim, Cuma 21.
[23] Müslim, Cuma 22.
[24] Buhârî Cuma 4; Müslim Cuma 10.
[25] Buhârî, Cuma 6.
[26] Müslim, Cuma 27.
[27] Ebû Davûd, Cuma 1078.
[28] Tirmizi, Cuma 497.
[29] Buhârî ve Müslim, Cuma 2.
[30] Ebû Hureyre’den gelen bir rivayette bu zatın Osman olduğu belirtilmektedir. (Müslim, Cuma 4)
[31] Buhârî Cuma 2; Müslim Cuma 3.
[32] Buhârî Cuma 12; Müslim Cuma 9.
[33] Buhârî Cuma 3.
[34] Güneşin meyli, tam tepe noktasından batıya doğru kaymasına denir. Bu vakit öğle vaktinin başlangıcıdır.
[35] Buharî, Cuma 16; Ebû Davûd Cuma 1084;Tirmizî Cuma 503.
[36] Kaylule, gündüz vakti bir miktar uyumaktır. Genellikle sıcağın şiddetli olduğu saatlerde yapılır.
[37] Buharî, Cuma 16.
[38] Buharî, Cuma 17.
[39] Müslim Cuma 31.
[40] Müslim Cuma 32.
[41] Buhârî, Cuma 24.
[42] Buhârî, Cuma 21.
[43] el-Aynî, Umdet’ül-kârî , c. V, s. 298.
[44] el-Aynî, Umdet’ül-kârî , c. V, s. 299.
[45] Buhârî, Cuma 23.
[46] Ebû Davûd, Cuma 1106.
[47] Ebû Davûd, Cuma 1107.
[48] Buradan sonraki kısım Ebû Davûd’da geçmektedir.
[49] Müslim, Cuma 41, Ebû Davûd, Cuma 1101.
[50] Müslim, Cuma 47.
[51] Ebû Davûd Cuma 1092.
[52] Buhârî, Cuma 27, Müslim Cuma 33.
[53] Müslim, Cuma 34; Ebû Davûd, Cuma 1094; Neseî, Cuma 1419; İbn Mâce, Cuma 1106.
[54] Buhârî, Cuma 33; Müslim, Cuma 55. Buhari’de, “iki rekât kıl.” ifadesi geçiyor, “Kalk” ifadesi Müslimin rivayetinde vardır.
[55] Müslim, Cuma 57.
[56] Müslim, Cuma 60.
[57] Lağv, değersiz faydasız ve uygunsuz söz, davranış vs. anlamına gelir.
[58] Buhârî, Cuma 36; Müslim, Cuma 11.
[59] Ebû Davûd, Cuma 1050.
[60] Ebû Davûd, Cuma 1051.
[61] Ebû Davûd, Cuma 1097.
[62] Ebû Davûd, Cuma 1098.
[63] Ebû Davûd, Cuma 1108.
[64] Ebû Davûd, Cuma 1048.
[65] Tirmizî, Cuma 489.
[66] Buhârî, Cuma 37; Müslim, Cuma 13.
[67] İbn Mâce, İkametü’s-salah 78.
[68] İbn Mâce, İkâmetu’s-salah, 78.
[69] Kemalüddin b. Hümâm, Fethü’l-kadîr, Mısır l3l5/1897, c. I, s. 412.
[70] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiyye Kamusu, c. I, s. 26.
[71] Ömer Nasuhi Bilmen, a.g.e. c. I, s. 199-200.
[72] İmam Muhammed’in altı kitabı şunlardır : 1- el-Asl (diğer adı el-Mebsût) 2- ez-Ziyâdât, 3- el-Camiu’s-sağîr, 4- el-Camiu’l-kebîr, 5- es-Siyerü’s-sağîr, 6- es-Siyerü’l-kebîr.
[73] Şemsüddin es-Serahsî, el-Mebsût, Mısır l324/1906, c. II, s. 24.
[74] Alaüddin el-Kâsânî, el- Bedâi’üs-sanâi fi tertibi’ş-şerâi’, Beyrut l394/l974, c. I, s. 261-262.
[75] Burhaneddin Ali b. Ebîbekr el-Merğinânî, (öl.593 h.) el-Hidâye, c.I,s. 412, Fethü’l-kadîr ile birlikte.
[76] Kemalüddin b. Hümâm, Fethü’l-kadîr, c. I, s. 412.
[77] İbn Abidîn, Haşiyetü reddi’l-muhtar ale’d-dürri’l-muhtar, K. Kaza, Matbaa-i Âmire , c. IV, s. 427.
[78] Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali , İstanbul l962, s. 210.
[79] İbn Kudâme, el-Muğnî, Beyrut 1404/1984, c. II, s. 27.