Evliyalar

Muhammed Raşid

Muhammed Raşid Hz. 23.03.1930 yılında Siirt”in Baykan ilçesine bağlı Siyanüs köyünde dünyaya geldi. Babası Gavs-ı Bilvanisi Seyyid Abdulhakim el-Hüseyni ve dedeleri ilim ehli olup, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin nesebinden gelen seyyidlerdir. Hazret daha çok “Seyda” ve “Sultan hazretleri” ünvanlarıyla anılmış ve tanınmıştır. Muhammed Raşid hz.leri; ilk ilim hayatına babasının yanında başladı. Babasından sonra Güneydoğu “da meşhur olan molla Muhyiddin, molla Nasır, molla Ramazan ve molla Abdulbaki den sarf, nahiv, mantık, belagat gibi âlet ilimlerinin yanında tefsir, hadis ve fıkıh dersleri aldı. Seyyid Abdulhakim el-Hüseyini Hz. “nin oğlu olması münasebetiyle ilim öğrenip talebe yetiştirmenin yanında, tekke hizmetleriyle de meşgul oldu. Seyda hz.lerinin ömrü üç devreye ayrılabilir. Birinci devre; 1968 yılına kadar olan ilimle meşguliyet. İkinci devre; 1968/1972 yılları arasında devam eden tekke hizmeti. Yani babasının misafirlerinin ihtiyaçlarını karşılamak için hem bedenen hem de ilmen onlarla alakadar olma. Üçüncü devre; 1972 de şeyhi ve babasının vefatından sonra onun vasiyetleri ve işaretleriyle başlayıp, 22.10.1993 de vefatına kadar devam eden irşad faaliyeti. İrşad merkezi, Adıyaman ilinin Kahta kazasına bağlı Menzil köyünde olmuştur.

Tarikat silsilesi; babası Seyyid Abdulhakim el-Hüseynî, Ahmet el-Haznevî, Muhammed Diyauddin, Fethullah Verkânisî, Abdurrahman Tâğî, Sıbğatullah Arvasî, Seyyid Tâhâ vasıtasıyla, Nakşibendî-Hâlidiyye pîri Mevlâna Hâlid el-Bağdadî ’ye ve oradan silsile halinde Hz.Rasûlullah (A.S.)’a kadar ulaşır. Seyda hazretleri, Allah Teâlânın Kıyamet’e kadar açık tuttuğu tevbe kapısından herkesi tevbeye davet etti. Hazretin duası, niyazı ve Allah indindeki kıymeti ve bereketiyle binlerce insan tevbekar oldu. Yurt içinden ve yurt dışından ziyaretçi akınına uğraması sebebiyle, 1983 yılının Mart ayında Gökçeada “da mecburi ikamete tabi tutuldu. Onsekiz ay süren Gökçeada “daki sürgün hayatı, çok sıkıntılı ve zahmetli oldu. Bu zaman zarfında sadece akrabaları ve yakın birkaç talebesinden başka kimseyle görüştürülmedi. Merkezi idare, Seyda hazretlerini Gökçeada “dan sonra Ankara “ya nakledip 16 ay gözetim altında tuttuktan sonra, tekrar irşad merkezi olan Menzile dönmesine müsaade etti.

Üç yıl süren bu sıkıntılı dönemde dahi talebelerinin eğitim ve irşadını aksatmamaya imkan nisbetinde gayret gösterdi. Devlet erkanının Menzile dönmesine müsaade etmesinden sonra, mecburi ikametten önce olduğu gibi tebliğ ve irşad hizmetlerine devam etti. 1990 yılının Ramazan bayramında müridleriyle bayramlaşırken zehirli bir enjektörle kendisine suikast yapıldı. Vücuduna şırınga edilen zehir sebebiyle uzun süre ızdırap çekti. Seyda hazretleri, şeker ve yüksek tansiyon hastalığı sebebiyle senelerce tedavi gördü. 22.10.1993 Cuma günü 63 yaşında Ankara da rahmet-i Rahman’a kavuştu. Mübarek naaşı Menzilde toprağa verildi.
Seyda Hazretlerinin meşreb ve irşadı üç bölümde incelenebilir:
TEVBE, İLİM, ZİKİR.

Seyyid Muhammed Raşid

TEVBE VE TELKİNİ: Sâdât-ı Nakşibendi de görülen haller, adetler ve sıfatlar, Seyda hazretlerinde mevcut idi. Mesela Muhammed Bakîbillah hazretlerinin adetleri şöyle idi: Her kimi kabul etseler, önce tevbeye davet ederlerdi. Eğer o talebede kendisine karşı büyük aşk ve muhabbet müşâhede ederse rabıtayı emrederdi. Seyda hazretlerinin âdetleri de böyle idi. Talebeleri ile önce elele tutup be’yat etmek suretiyle tevbe telkin ediyordu. Fazla kalabalıktan dolayı tek tek tevbe zor olup, vakit yetmediği için iki elini uzatarak, sığabildiği kadar insana grup grup tevbe veriyordu. Kadınların tevbe ve intisabı genelde tevbe tarifi için görevlendirilen kadın görevliler tarafından yaptırılıyordu. Hazret kadınların intisabını ancak kapı veya perde arkasından sözlü olarak kabul ediyor, mahremi olmayan kadınların elini asla tutmuyordu.

İLME TEŞVİKİ: Seyyid Muhammed Raşid, ilim tahsil eden ve öğreteni çok severdi. İlim tahsili konusunda kişinin kendi cemaatinden olup olmamasına bakmazdı. Bir defasında şu uyarılarda bulunmuştur: “Ey Allah’ın kulları; Bir talebe yetiştirmek, bin kişiyi sofi yapmaktan efdaldir. Hele o talebe vârisü’l-enbiya olursa! Siz dininizi beldenizde bulunan en büyük, en muttaki alimlerden öğreniniz. Herkesten fetva sormayın. Çünkü memlekette fetva verecek kimse çok azdır. İlimle meşgul olan kimse, dünyada en güzel iş ile meşgul oluyor. İlim olmadığı zaman cehalet olur.Cahilin abidi de, sofisi de hüsrandadır. Osmanlıya bakınız : Ne idi ne oldu?”

ZİKİR TELKİNİ: Seyda üç türlü zikir telkin ederdi: 1. Kalb zikri…. 2. Letâif zikri…. 3. Nefyu isbat zikri…. Seyda hazretleri kendisinden sonra irşad için altı tane halife bırakmış olup, bugün Ümmet-i Muhammed onlardan manevi nasib ve gıdasını almaktadır. Özellikle irşad merkezi Menzil, artan bir irşad faaliyeti ile akın akın gelen her kesim ve sınıftaki insana, Muhammedî edep ve nûrû sunmaya devam etmektedir. Allah (c.c.) tüm Allah dostlarından razı olsun.

Seyda Muhammed Raşid Hz’lerinin Nasihatlarından

Seyda sohbetlerinde tevbe üzerinde sık durmuş, günahtan sakınmayı telkin etmiş, günahın en önemli sebeplerden biri olarak da kibiri göstermiştir. Bu konudaki sözlerinden bazıları şöyledir:

“Ey cemaat! Bakınız, İslam’da tevbe vardır. Kul, veli de olsa kusursuz olmaz. Yalnız, tevbe, kalben olmalıdır. Bir kimse halis bir şekilde tevbe etse, Cenab-ı Hak, o kimsenin geçmiş günahlarını siler. Tevbe, halis olduğu zaman, insan, istikametini düzeltir, yönünü Allah’a çevirir, hali güzelleşir, yeni bir hayat yaşamaya başlar, bu yeni hayatını Allah rızası istikametinde devam ettirir ise, bu hal, kulun tevbesinin kabulüne işarettir.

Ey cemaat! Siz küçük günahları hafife almayın. Çünkü küçük günahlar, büyük günahlara sebep olmaktadır.

Sakın kibir üzre olmayın! Cenab-ı Hak, secde etmesini ve bu suretle Hz. Adem’in üstünlüğünü kabul etmesini emrettiği halde, şeytan kibrinden dolayı secde etmedi. Malumunuzdur ki, şeytan ibadet ve itaat ehli olmasına rağmen, itirazı neticesinde ilahi huzurdan kovuldu.

Her türlü günah, nefisten ve kibirden çıkar. İnsan, ne zaman fakrını ve acizliğini idrak ederse, o zaman nefsin kibir ve azameti kalmaz. İşte o durumda kişi, kamil bir mü’min sıfatıyla hayatını devam ettirir. (1)

“Mürşidler, kuvvetli imanlarından ve İlahi tasarruflarından dolayı talebelerinin kalblerini dünya sevgisi ve malayani (boş) şeylerden temizleyip Allah’a bağlarlar. Bu da tevbe-i nasuh (kesin tevbe)ile meydana gelir. Tevbe-i nasuh, insanın sıfatını değiştirir. Sıfatın değişmesi demek, haram fiilleri, çirkin sıfatları terk ederek, İslam’ın meşru dairesine girmek, yani sırat-ı müstakim üzere yaşamaktır.”(2)

Muhammed Raşid Erol tevbe etmenin insanı değiştirdiğini, Allah’a yakınlaştırdığını söylerken, ölümü düşünmeyi teşvik etmiş ve şöyle belirtmiştir:

“İnsana en çok fayda veren şey, ölüm rabıtasıdır; yani ölümü ve sonrasını düşünmektir. Ölüm rabıtası, tul-i emeli (geleceğe dair uzun emelleri) yıkar, ihlas ve yakını doğurur.” (3)

Muhammed Raşid Erol, Müslümanların işlerinin yalnızca İslam ahlakını anlatmak olduğunu bir konuşmalarında şöyle belirtmiştir:

“Biz siyaset yapmayız. Biz hiç kimseye, şu partiye oy verin, bu partiye verme veya verin demeyiz. Biz Allah yolunda hizmet ediyoruz. Bizim işimiz insanlara İslam’ı ve insanlığı anlatmaktır. Gelen insanlar arasında her partiden insanlar var. Bizim işimiz o değil, o siyasetçilerin işi.” (4)

Ayrıca ilim öğrenmeye çok büyük önem vermiştir. Bir konuşmasında öğrencilerini ilim öğrenmeye şöyle teşvik etmiştir:

“Ey Allah’ın kulları; Bir talebe yetiştirmek, bin kişiyi sofi yapmaktan efdaldir. Hele o talebe vârisü’l-enbiya (enbiya varisi)olursa! Siz dininizi beldenizde bulunan en büyük, en muttaki alimlerden öğreniniz. Herkesden fetva sormayın. Çünkü memlekette fetva verecek kimse çok azdır. İlimle meşgul olan kimse, dünyada en güzel iş ile meşgul oluyor. İlim olmadığı zaman cehalet olur. Cahilin abidi de, sofisi de hüsrandadır. Osmanlıya bakınız: Ne idi ne oldu? edep ve nûrû sunmaya devam etmektedir. Allah (c.c.) tüm Allah dostlarından razı olsun” (5)

İtikat ve iman

Seyda Hazretleri itikadın tam olarak yerleşmesi, muhafazası ve kâmil hale ulaşması üzerinde hassasiyetle dururdu. Özel veya genel sohbetlerinde iman nimetinin büyüklüğü ve kıymetinin anlaşılmasını anlatır, şöyle buyururlardı:

“İnsan biraz düşünecek olsa iman nimetinden daha büyük bir nimetin olmadığını hemen anlar. Zira iman, insanın ebedî cehennem azabından kurtulmasına vesiledir. İman öyle bir nimettir ki, batıdan doğuya kadar bütün dünya malından, hükümdarlığından, saltanatından daha faydalı ve makbul, paha biçilmez nadide bir incidir. Âlemlerin Rabbi insana bu nimeti nasip ve ihsan ettiğinden dolayı hassasiyetle muhafaza edilmeli, elden çıkmaması için azami gayret gösterilmelidir. Zira imanla şereflenmeyen kimse Allah korusun küfür üzerine son nefesini verir. Böyle kişiye ne peygamberin ne de evliyanın şefaati fayda verir. Öyle ise, insan akılsız değilse imanına en ufak bir leke getirmemeli, onda herhangi bir noksanlığın meydana gelmemesine dikkat etmeli, aşkla ve şevkle korumalıdır. Salih amele devamla birlikte günahlardan ve Allah’ın emirlerine karşı gelmekten kaçınmakla imanını takviye etmelidir. Zira insan imanını istikamet üzere kılmaya, kâmil hale getirmeye ancak taat ve ibadetle ulaşabilir. Allah dostları fenafillah makamına itikatlarının tam, imanlarının kâmil olması sebebiyle varmışlardır.”

Nefis

Seyda Hazretleri, sohbetlerinde en çok nefis konusu üzerinde dururdu:

“Nakşibendi yolunun bütün çalışmaları, evradı nefsi öldürmek ve yok etmek içindir. Nefis ölüp gittikten sonra her şey düzelmeye başlar. İnsanın evini yıkan en büyük düşmanı kişinin nefsidir. Onun için insanın kendinden haberi olmalı, nefsin tuzaklarına düşmemeye çalışmalıdır.

Bir kimse ki, nefsini yener, zikirle letâifle nefsini ezer ortadan kaldırırsa, o zaman Allah’la o kimse arasında bir engel kalmaz. Nice çalışıp amelini tamamlayan kimse vardır ki, Allah’ın keremi ve ihsanı olmadığı için nefsini yok edememiştir.

İnsanı helake götüren nefsidir. Firavun, Şeddat ve Karun’un nefisleri büyüdü büyüdü sonunda İlahlık davasına kalkıştı. Çünkü nefis, kendisinden üstün hiçbir varlığın bulunmasını istemez. Büyüyüp yükselecek bir şey kalmayınca -haşa- Allahlık davası etmeye başlar, haddini aşar, azgınlaşmış nefsinin iddiasına uyar.”

Dünya

“Dünya adamlarından, dünyaya gönül bağlayanlardan aslandan kaçar gibi kaçılmalıdır. Dünya ehlinin toplandığı yerlerde Allah bahsi olmaz, dünya bahsi, dünya işi gıybet bulunur. Buralara devam edenlerin haya ve ahlâkı değişir, Allah’tan dünyaya dönerler. İnsan elinden geldiği kadar dünyaya gönül vermemeli, dünya ehlinin toplantılarına, sohbetlerine gönül vermemelidir. Çünkü zararı insanın dinine olur, faydası ise hiç yoktur. Toplantılarına gidenin Allah’a sevgisi kesilir, taat ve ibadeti azalır, kendisinde Allah aşkı kalmaz. Dünyanın insanı bozmaması için çok dikkat edilmelidir. Dünya işinde de çalışacağız, onu da terk etmeyeceğiz fakat ahirete zarar vermemesi için dikkat etmeliyiz. Dünya muhabbeti Allah muhabbetinden fazla olursa insan tehlikeye girer. Öyleyse Allah sevgisinin daha fazla olmasına dikkat etmeli, Allah düşüncesi kişinin kalbinde olmalı, insan daima Allahü Teâlânın rızasını gözetmeli ve tek gayesi Allah olmalıdır.” (6)

1) Son Devrin Kutup Yıldızları, s.154-155
2) Maneviyat Dünyamızda İz Bırakanlar, Vehbi Vakkasoğlu, s. 236
3) Sahabeden Günümüze Allah Dostları, s.15
4) Son Devrin Kutup Yıldızları, s.169
5) Allah Dostları, Şule Yayıncılık, cilt:10, s. 326-334
6) Seyyid Muhammed Raşid Erol Hz., Sadiye E. Aykaç, Akış yayınları, İstanbul, 2007

Evliyalar Ansiklopedisi için tıklayınız!

Bu içerikleri de okumak isteyebilirsiniz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu